10 Eylül 2013 Salı

İslam medeni hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye

ahmed cevdet paşa, hanefi mezhebi, islam hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, sultan II. abdülhamid han



                                           İslam medeni hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye


Mecelle, 19. yüzyılın ikinci yarısında Ahmed Cevdet Paşa riyâsetinde ilmî bir heyet tarafından hazırlanan, İslam hukûkunun ibâdât, muâmelât, münâkehât ve ukûbât kısımlarından sâdece muâmelât kısmını Hanefî fıkhına dayanarak îzâh eden, 1851 madde ve 16 kitaptan meydana gelen kânûn mecmûasıdır. 1876 yılında İkinci Abdülhamid Han zamanında mahkemelerde tatbik edilmiştir. 1926 yılına kadar mer’iyyette (yürürlükte) kalmıştır.

Mukaddime kısmında zikredilen 99 madde vecîz bir üslupla yazılmış “Kavâid-i külliye” olup İslâm hukûkunun temel esasları olan Kur’ân-ı Kerîm’den, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hadîs-i şerîflerinden ve selef-i sâlihîn devrinde yapılan ilmî ve içtimâî çalışmalardan istinbât edilmiş, çıkarılmıştır.

Ahmet Cevdet Paşa Mecelle hakkında Tezakir kitabında şöyle yazmaktadır:


“Avrupa kıtasında ilk defa tedvin olunan (yazılan) kanunname Roma Kanunnamesi’dir ki İstanbul’da bir ilmî cemiyet tarafından tertib ve tedvin olunmuş idi. Avrupa kanunlarının esasıdır ve her tarafta meşhur ve mûteberdir. Fakat Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’ye benzemez. Aralarında çok fark vardır. Çünkü o, beş altı kanun bilen zat tarafından yapılmıştır. Bu ise beş altı fakîh zatın ma'rifetiyle vaz'-ı ilâhî olan şerîat-i garrâdan alınıp çıkarılmıştır. Avrupa kanun-şinas(hukukçu)larından olup bu kere Mecelle’yi mütâlaa ve Roma Kanunnamesi’yle mukayese eden ve ikisine dahi sadece beşer eseri nazariyle bakan bir zat dedi ki: “Âlemde ilmî cemiyet vasıtasiyle iki def'a kanun yapıldı. İkisi de İstanbul’da vuku' buldu. İkincisi tertib ve intizamı ve meselelerinin düzen ve irtibatı hasebiyle evvelkinden çok üstündür. Aralarındaki fark dahi insanın o asırdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adım atmış olduğuna bir güzel ölçüdür.” 

Ahmet Cevdet Paşa

Ahmet Cevdet Paşa, İslam Alimleri, osmanlı devlet nizamı


                                                 ahmet Cevdet Paşa

Osmanlı Devletinde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve ilim adamı. 27 Mart 1822 (H. 1238)’de Tuna kıyısında bulunan Lofça kasabasında doğdu. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağadır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.

1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usüllerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi.

“Tarih-i Cevdet” namıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecid Hana sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.

Osmanlı Cihan Devletinin kanunlarını yapacak olan “Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye”ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan “Divan-ı Ahkam-ı Adliye”ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı.



Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için “Mecelle Cemiyeti” adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti.


Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.


Alim, fadıl, edib, tarihçi ve büyük devlet adamı Cevdet Paşa, muhtelif sahalarda pekçok eser vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:


Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Osmanlı Devletinin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır.


Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa: 12 kısımdır. Cevdet Paşanın en tanınmış eseridir. Hazret-i Adem’den itibaren bir çok peygamberin (aleyhimüsselam), İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder.


Tezakir-i Cevdet: Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır.


Ma’ruzat: Sultan İkinci Abdülhamid’e 1839-1876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır.


Mecelle: Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir hey’et tarafından hazırlanmıştır. (Bkz. Mecelle).


Divançe-i Cevdet: Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır.


Kavaid-i Osmaniye: Fuad Paşayla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır.


Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlm-il-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia


Mecelle'nin Üstünlüğü - Ahmet Cevdet Paşa


ahmed cevdet paşa, Hukuk Tarihi, İslam Hukuku, Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye


                                                              mecelle nin üstünlüğü ahmet cevdet paşa


Mecelle bir şaheser olup, Avrupalı hukukçular da takdirlerini ifâde etmişlerdir. Ahmed Cevdet Paşa bu hususda şöyle der:

“Avrupa kıt’asında en evvel tedvin olunan kanunnâme, Roma kânûnnâmesidir ki, Kostantiniyye (İstanbul) şehrinde bir cemiyet tarafından tertib ve tedvin olunmuştu. Avrupa kanunnâmelerinin esâsıdır. Fakat Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye’ye benzemez. Aralarında pek çok fark vardır. Çünkü o, beş-altı kânun bilen kişi tarafından yapılmıştı. Bu ise, İslâm hukukunu bilen, fıkıh âlimi olan zâtların marifetiyle, Allahü teâlânın koymuş olduğu yüce İslâm dîninden alınmıştır. Avrupa hukukçularından olan ve bu defa Mecelle’yi mütalaa ve Roma kanunlarıyla mukayese eden ve her ikisine de sâdece birer insan eseri nazarıyla bakan bir zât dedi ki:


“Dünyâda, ilmî bir cemiyet vasıtasıyla iki defa kânun yapıldı. İkisi de İstanbul’da oldu. İkincisi tertibi, düzeni ve içindeki mes’elelerin hüsn-i temsil ve irtibatı dolayısı ile evvelkinden çok üstün ve müreccâhtır (tercih olunur). Aralarındaki fark da insanın o asırdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adım atmış olduğuna bir ölçüdür.”


5 Eylül 2011 Pazartesi

Ahmet Cevdet Paşa'nın İstanbul'da parasız kalışı

#Tarih #OsmanlıTarihi #OsmanlıDevletAdamları #OsmanlıAlimleri #AhmetCevdetPaşa #Tarihçiler #medrese #müderris



Ahmet Cevdet Paşa'nın İstanbul'da parasız kalışı

Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım, babasının medresedeki ilk yıllarına ait bir hatırasını şöyle anlatıyor: 

"Babam İstanbul'a yeni geldiği senelerde medrese hayatında sıkıntılı bir gününü anlatmıştı ki onu nakletmeden geçemeyeceğim! O ana kadar hiç para yoksulluğu görmemişti. Babası muntazaman onu pekiyi geçindirecek parayı gönderiyordu. Bir sene pek ziyade kış olup Lofça'dan bir hayli zaman posta getiren tatar çıkmamıştı. Öyle bir gün geldi ki yemeğini pişirip hizmetine bakan talebeye o günkü yemek tedarikine mahsus olan parayı vermeden savuşmuş, bu da kendisine pek güç gelmişti. Fatih Camii'ne girince sağ tarafa gelen mihrabın yan tarafına oturmuş, akşama medrese odasına nasıl gideceğini düşünüyordu. Zira yemeğini tedarik edemediği talebeden sıkılıyordu. Hocalarından ve arkadaşlarından ödünç para almak zihninden geçtiği halde o zamana kadar kimseden bir şey istememiş, kimseye minnet etmemiş olduğu için bunu yapamayacağını anlıyordu. Açlıktan ölmeye, lâkin hiçbir kimseden bir şey istememeye karar vermiş, elem ve kedere boğulmuş, gam ve ümitsizlik çehresini sarmış olduğu halde babasının dostlarından olup İstanbul'da bulunan Lofçalı bir zat karşısına geldi. İşte bu fırsattı. O zat kendisine babasından para geleceğini bilirdi. Fakat mümkün değil ondan da isteyemedi. İstemek! Yapmadığı ve yapamayacağı bir şeydi!... Lakin o zat biraz konuştuktan sonra 'Memleketten posta gelmedi. Senin harçlığın kalmamıştır. Ben senin babandan alırım. Şimdilik bunu vereyim de birkaç gün daha posta gelmezse daha veririm!' diyerek onun önüne altı (altın) lira koydu. Üç gün sonra da posta, üç aylık harçlığını birden getirdiğinden Ahmed Efendi medresede kazanlarla etli pilav ve helva yaptırtarak bütün medrese halkına ziyafet çekti. O günkü hal ona o kadar tesir etmişti ki İstanbul'da bulunduğu zamanlarda her Ramazan-­ı Şerifte bir gün Fatih Cami-i Şerifi'ne gidip kendisinin o kederi geçirdiği tarafta ne kadar fakir talebe görürse onlara altı lira kadar parayı dağıtırdı."